Sahil beldelerinde çok güzel balık restoranları olur, kebapçı olur, pideci olur, cafeler falan olur elbet bolca ama Kaş’ta öyle bir mekan çıktı ki karşımıza, Retro Bistro’yu olduğu yerden söküp İstanbul’a yanıbaşımıza taşımak istedik. Özellikle yazmamızın sebebi de bu, kendilerine “Bistro” demişler ama dostum, siz resmen tatil beldesinde bir fine dining mekanısınız.
Bizi kendine aşık eden mekanın yaratıcıları Zafer ve Melih, İstanbul’daki güzel süslü fine dining mekanlarında ve diğer türlü mutfaklarda terledikten sonra o mutfaklardaki emeğin karşılığının istedikleri gibi olamayacağı ve o şekilde çalışmanın sonu gelmeyeceği sonucuna varıp almışlar bıçak setlerini yanlarına ve Kaş’a gelmişler. İyi ki gelmişsiniz ya ne kadar nefis oldu sizinle tanışmak! Her neyse bizim sevincimiz bir kenara; onların düşüncesi iyi yemek için, kaliteli lezzetler için illa bir “fine dining” mekanı olmaya gerek olmaması. Zaten Retro’da öyle bir hava da yok. Önünden geçerken belki “Ya elimize birer kahve alıp mı devam etsek adımlamaya?” dersiniz ki bunu da söyleyin çünkü kahveye de bir o kadar özenip Julius Meinl kullanıyorlar, ama arka bahçeye geçip menüden bir şeyler sipariş edince “iyi yemek her yerde yenebilmeli” düşüncesini kelime anlamıyla tadına vara vara anlıyorsunuz.
Zafer ve Melih’in aklında olan iyi yemek yiyebilme olayı şöyle: Belki üzerinde denizden çıkmış yarı ıslak şortun varsa bile gel, rahat ortamda keyifle içkini yudumla, yemeğinin tadını çıkart. Biz öyle bir alıştık ki kasılmaya, güzel bir yere gidip yemek yemek ve oraya ıslak deniz şortuyla gitmek hiç aynı cümlede oturmadı değil mi?
İşte bu düşüncelerle açılmış rahat bir mekan Retro Bistro ama mutfaktan çıkanlar fiyyuvv viiyt! (ıslık sesi hani.. hahaha böyle bir beğenmek de nasıl anlatacağını şaşırmak) Mekan için oh dedik rahat kafa dedik ama bir konseptleri var elbet. O da “sous vide” adında bir pişirme tekniğine odaklanıyor. İyi çok şekilmiş tekniğin adı ama ne demek ki o? Efendim Fransızca “vakum altında” demek, yani ne pişireceklerse hava&su geçirmez vakum torbalara koyuyorlar, sonra özel bir ekipmanla suyun içinde uzun uzun pişiriyorlar. Üç beş değil yalnız, resmen on beş saat kadar sürüyormuş bazı etleri pişirmeleri. Pişirin biz bekleriz. Böyle pişince nasıl bir sulu kalmak, nasıl bir lezzet coşması aman aman. Aşağıda göreceğiniz fotoğraf, Dana Antrikot. Fotoğrafta bile ette baya bir farklılık olduğunu anlamışsınızdır. Yanındakiler kemik yağıyla fırınlanmış akordiyon patates, yeşil mercimek yatağı, ızgara sebzeler ve cabarnet sauvignon sos. Üf. Selen daha gördüğü an heycanlandı, ilk çataldan sonra “Burayı yazıyoruz!” dedi. Bambaşka bir lezzet, bambaşka bir yumuşaklık. Bir lezzet avcısıysanız, Kaş’a gidip de Retro Bistro’ya uğramamak haksızlık olur.

Dana Antrikot
Retro Bistro’nun tatlıları da bir o kadar iddialıydı. Tiramisu ve Patlıcanlı Crem Brulee’yi denemekten hiç geri kalmadık. Evet crem brulee patlıcanlı yanlış yazmadık. Önce tiramisu anlatalım ama. Ya zaten tipe bakar mısınız şu sunumla tadı kötü bi tiramisu gelse ne yazık ne ziyan olurdu ama yo yo, kahve tadı çok dengeli, üstündeki toprak görünümlü tatlı tuzlu kıtırlar şahane bir kontrast yaratıyor ve yedikten sonra da ağzınızda hoş bir tat kalıyor. Gökçen’e göre tatlılık biraz daha fazla olabilirmiş belki ama Selen için baya on numaraydı. O zaten TATLIYIM BEN! diye bağıran aşırı tatlıları oldu olası beğenemedi.

Tiramisu
Tamam evet sıra Patlıcanlı Crem Brulee’de. Patlıcan ya bu, patlıcan musakka mı yapıyorsunuz tatlı mı? Tabi bunun gibi bir şaşırma yaşadık menüde görünce ama denemeden bilemezsin, belki de oluyordur. Patlıcan arkadaşları ızgarada kapkara olana kadar pişirip, içini sıyırıp yine şu afilli “sous vide” tekniğiyle crem bruleeyi hazırlıyorlarmış. Kömür gibi rengi var inanılmaz bir tadı var, bu ne ya. Patlıcandan gelen köz tadı apayrı bir şeye çevirmiş crem bruleeyi, çok daha derin bir tat katmış. Yanında yanık dondurma ve karamel sos da çok iyi gitmiş tatlıya. Olmuş bu gençler, nefis.

Patlıcanlı Crem Brulee
Retro Bistro’da vegan kardeşlerimize soba noodle, vejetaryenlerimize de köz patlıcanlı ravioli, ızgara sebzeli tagliatelle gibi seçenekler sunuyorlar, hamburger ekmeğinin makarnanın glutensizini de tüm makarnalar gibi ev yapımı hazırlıyorlar. Daha ne.
Bir de Bloody Mary, Limoncello, Mojito ve Salty Dog (greyfurtu fırında pişirip karamelize ediyorlarmış) gibi kokteyller mevcut, bunlar da evet doğru bildiniz “sous vide” yöntemiyle hazırlanan kokteyller.
Böyle bir özenme, böylesi bir titizlik ve her sunumda bambaşka lezzet patlamaları. Ne demiştik; Kaş’a kadar gidip de Retro Bistro’ya uğramamak haksızlık olur. Bak gerçekten. Yoksa bunca yazı neden ki. Deneyin, eminiz beğeneceksiniz.
Trackbacks for this post